16 Ağustos 2017 Çarşamba

Kaçkar ve Zirveler

Yıllardır etrafında dolandığım, hakkında bir sürü şey duyduğum ve bir gün elbet tepesine çıkacağımı bildiğim dağ. Hikaye ilk okul üçüncü sıınıfta Rize'nin Ambarlı köyüne gitmemle başladı. Teyzemin ilk görev yeriydi ve yanında koruması olarak ben gitmiştim. Burası bildiğim hiç bir yere benzemiyordu. Koyu yeşil ormanların içine serpiştirilmiş evler, teleferikler, kestane ağaçları, cami, insanların konuşmalarındaki şive. İki hafta kadar sonra ben de aynı şivede konuşmayı öğrenmiştim bile. O zamanlar orada yaşadığım her şey daha sonraları için etkili şeyler oldu. İnsan çocukluğunda mutlu olduğu şeyleri büyüdüğünde başka şeylerin içinde bulmaya çalışıyor gibi. Belki ben de Ambarlı köyünde gözlerimin içini dolduran yeşilin yanında yaşadığım mutlulukları şimdi yine yeşillerde arıyorum. O zamanlar bilmiyordum tabi orada böyle bir dağ olduğunu falan...

Daha sonra yine yaklaştım dağa. Ardahan'daydım. Hem Kafkasya'ya yakın olmak, hem de çocukluğumun mutluluklarının yükselmiş olabileceği Kaçkar'a yakın olmak... Artık biliyordum o dağa bir gün çıkacağımı hissediyordum.

Sonra cahil cesaretiyle bir kaç yere arkadaşlarla çıktık. Ama  aklımın bir kenarında hep orası vardı. Bu işleri biraz daha öğrenince  Kaçkar'a çıkıcam diyordum. Her insanın bilse de bilmese de tırmanması gereken bir dağı vardır. O dağa tırmandığında olduğu kişiyi orada bulur. Onunla birleşir ve kendi olur. Ben de kendime Kaçkar Dağı'nı seçmiştim ve artık tırmanma zamanı gelmişti.

İlkan abi, kimse gelmezse ben seninle gelirim demişti. Yalnız gitmeyi bile göze almışken İlkan abinin benle geliyor olması harika bir şeydi. İlkan abi de hayatımın bu günkü halini almasında birince dereceden etkili kişilerdendi. Hem de olumlu yönden.

Emre ve Hakan'ın hayır duaları Alper hocanın ekipman yardımlarıyla birlikte İlkan abiyle çıktık yola...



Rize uzak yer. Yolda önce Uzuntarla'ya uğradık. Uzuntarla'nın hikayesi çok daha uzun... Daha sonra devam ettik. Gece konaklamamız gerekiyordu. Haritada Yason burnu gözüme çarptı. Bu ne kadar de enteresan bir yerdi.





Geceyi kilisenin bahçesinde geçirdikten sonra sabah erken saatte kalkıp yola koyulduk. Havanın kapalı ve yağmurlu olması beni korkutuyordu. Ya o kadar yolu gidip sisten dumandan hiç bir şey göremezsek... Teyzem Rize'de evlendiği için orada yaşamaya devam ediyordu. Kahvaltı için bizi davet etmişti. Teyzemde kahvaltıyı ve son hazırlıkları yaptıktan sonra vurduk tekrar yola. Önce Turizm işletmesine dönüşmüş eski yayla Ayder'e geldik. Çok durmadık, biz turist değildik. Sert yollardan Kavrun'a çıktık. Vardığımızda kendi kendime "Tamam, bu!" dedim. 


Biz vardığımızda sis yoktu. Sonra Bandırma'dan selam götürdüğümüz Yalçın abiyi bulduk. Ona kafamızdaki birkaç soruyu sorduk. Bu sırada sis geldi. Oturduğumuz kahvenin içine girdi. Bembeyaz duman girdiği yeri buz gibi yapıyordu. Sonra çadır kuracağımız yere yükseldik, sis gitti. 





Üstümüzü bile değişmeden hemen başladık yürümeye. Gördüğümüz insanlara sorular soruyor ertesi gün yürüyeceğimiz rotalar hakkında planlar yapıyorduk. Bu sırada "dereden su içmek" kavramını öğreniyor, yabani meyvelerden yiyorduk.


























Sonra döndük, çadırdı, yemekti geceydi ışıktı derken... İlkan abi "Yarın yürüyelim Harun!" diyordu. Komple ne varsa yürüyelim. Ben iki günlük rota yapmıştım ama bir günde de bitirebiliriz gibi geliyordu. 







Ertesi gün sabah erken saatte kalktık 5 gibi. İlkan abi de ben de çok fazla bir şey yemiyorduk. İlkan abi güzel bi kahve yapmıştı ben de yanında ballı fındık hazırladım. Bunlar bize yolda yeter diye düşündük. Sonra başladık yürümeye. Bizi yolda gören yayladan teyzeler "Erkencisiniz, hızlısınız hadi bakalım gidin gidin" gibi şeyler söylediler. Tempomuzu beğenmişlerdi. Kim bilir bu insanlar buralarda ne dağcılar ne yolcular gördü. Biz sadece kendi çapında oradan oraya yürüyen tiplerdikp. Belki de bu halimiz hoşlarına gitmişti...


















Kalpler atıyor... Biz ne biliriz irtifaya alışmak falan... Kalpler gümbür gümbür... Baş ağrısı... Yükseklere çıktıkça yürüme mesafeleri kısalıyor molalar uzuyor. Bu olurken de insan inanamıyor... İçinde koşacakmışsın gibi bir his varken iki adım atınca kalbin dışarı fırlayacak sanki... Göle varışımıza az kalmış. "İlkan abi gölün fotoğraflarına baktın mı gelmeden" diyorum. "Yoo" diyor. "Abi o zaman şimdiye kadar gördüklerin hiç bir şeydi." diyorum. Sonra çıkyoruz. İlk göl biraz sönük kalıyor ama sonrası... Sonrası o havada bizi yüzmeye teşvik ediyor...































Gölde yüzme ve kuruma işleri bittikten sonra yürüyüşe devam ettik. Karşımızda duvar gibi tepe bizde gümbür gümbür atan kalpler. Ama gördüğümüz en yüksek yere çıkma konusunda da kararlıydık...


















Yükseldikçe her bir adım sonrasında en yukarıda olmayı hedefliyorduk. En yukarıda olup aşağıda kalan her şey oradan görmek. ama en yukarı vardığımızda gördüğümüz şey aşağıda değildi.Gördüklerimiz tam karşımızda ve atan kalplerimizi bir anlığına durduracak güzellikte devasa boyutta Kaçkar Dağı'nın zirveleriydi.







Buranın derinliğini göstermesi için aşağıdaki fotoğrafa bakın. Orada bir İlkan abi var ama büyük ihtimalle göremeyeceksiniz...

Sonunda dağın kalbini bulmuştuk. İşte buzullar oradaydı. Buzullardan akan tatlı ve soğuk dereler. O an orada olmak başka hiç bir şeye benzemiyordu. O ana kadar yaşadığım bütün mutlulukları sanki getirip o zirveye asmışım gibi orada onlara bakıyordum. Yıllardır bu dağın eteklerinde dolanıp durdum, bir sürü şey yaşadım. Şimdi bu dağın zirvesinde sanki yarım olan, eksik kalan bir şeyi tamamlamış gibiydim. İşte buy dağın böyle bir hikayesi vardı. Bu yazdıklarım kendimi abartıyormuşum gibi hissettirebilir ancak bunun benle bir ilgisi yok. Ben sadece bu dağın yaşattığı; sularıyla, doğasıyla can verdiği insanların hislerini sanki uzaklardan hissetmiş ve onun peşine düşmüş gibiydim. Belki de daha ufacıkken bu dağdan doğan bir bardak suyu içmiştim. İşte böyle bir şey. Özüne dönmek gibi bir şey. Bir sürü insanı yaşatan bir hissin kaynağına gitmek.

Bütün bu rahatlama ve bulma duygusuyla inişe geçtik. İlkan abi de beğenilerini sürekli olarak ifade ediyordu. Yolda bir sürü şeyden konuştuk, güldük. İlkan abinin ayakkabıları patladı. Ben bir kaç kere kafamı taşa vurmaktan kurtuldum... Hayatla ilgili bir sürü şeyi tekrar tekrar düşünüp çadıra kadar devam ettik... Sabah 7 gibi çıktığımız yolda 12 saat kadar yürümüştük. Tabi bunun bazı yan etkileri de olacaktı...




































Döndüğümüzde fark ettiğimiz bazı fiziksel yan etkiler oluşmuştu. İlkan abi fark etmeden aşırı yanmıştı. Ben de bayağı bir yorulmuştum. Bu yüzden yarın çok fazla yürümeden sadece balık tutup dinlenmeyi deneyecektik.




Sabah olduğunda İlkan abinin yüzü şişmiş ve su toplamıştı. Yüzü o kadar değişmişti ki gördüğümde ne tepki vereceğimi bilemedim. Bir süre o da çadırda öylece durdu. Sonra yüzüne yanımızda getirdiğimiz zeytin yağından sürdü. Çok acı çektiğini tahmin ediyordum ama hissedemiyordum. Benim sadece burnum biraz yanmıştı. Sonra balık tutmaya gittik. Üç tane Alabalık yakaladık tavada kızartıp yedik. Sonra konu yarın ki plana geldi. İlkan abi "Burada işimiz bitti gibi, diğer yerlere bakalım." diyordu. Gitmeyi planladığımız birkaç yayla daha vardı. Biraz konuştuktan sonra bu gördüğümüz yerin yani Kaçkar Dağı'nın zirvesinin hepsinden güzel olduğu konusunda ortak bir fikre vardık. Dün gerçekten çok özel bir gündü. Bundan daha iyisini göremeyecektik. Ben zaten hedefime ulaşmıştım, gerisi keyifti. Ama acı çekerken de keyif olmazdı.Yola çıkmaya karar verdik.

Sonra öğrendik ki İlkan abi 2. dereceden güneş yanığı olmuş.

Daha sonra da öğrendim ki İlkan abi aslında bu yolculukla ilgili hiç bir beklenti içinde değilmiş. Yani gölü soruyorum bakmamış, dağı soruyorum görmemiş. Hani çöle gitsek de onun için farkı olmayacakmış. Yolda dönerken söyledi " Ben nefret ederim Harun çadırdan, mattan. Sırf sen mutlu ol diye geldim. Sen bu kadar yolu geldin burada yapmak istediğin bir şey kalmasın diye bu kadar acele ettim"

Ve daha bunu pekiştiren birkaç cümle daha kurdu. Ben de "Abi bu bi paradoks değil mi? Sen mutlu olmasan ben nasıl mutlu olcaktım" gibi şeyler söyledim. O da " Ya sen onu boşver ben sırf sen burayı görmek istiyorsun diye geldim." dedi. 

Şimdi o kadar şeyden sonra düşünüyorum da dağ, zirve, dere orman vs. hepsi bir yana, ben sırf ben mutlu olayım diye toplamda 3000 km. yol yapıp 2. dereceden güneş yanığı olup ve hiç sevmediği çadırda geceleyen, 3000 küsür metrelere tırmanan biriyle yola çıktığımı gördüm.  Kaçkar'a giden binlerce insan binlerce dağcı binlerce profesyonel vardır. Ben öyle kendi kendine havaya girmiş biriyim ne dağcı ne başka bir şeyim. Ama ben Kaçkar Dağında gerçek zirveyi gördüm. Bir çok dağcının göremeyeceği bir çok insanın göremeyeceği zirveyi...












2 yorum:

  1. Yazınızı tek solukta okudum. Gerçekten mükemmel olmuş. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler beğenmenize sevindim. Benzer yazılar var yine blogda :)

      Sil